Özellikle son yıllarda çok sık olarak virüs salgınları duyuyoruz. Bu salgınların çapına göre, bu virüslerin isimlerine halkın büyük bir bölümü aşina oluyor. HIV, Ebola, Nil virüsü, H1N1 (domuz gribi), SARS, ve şimdi en son olarak MERS (Ortadoğu Solunum Sendromu Koronavirüsü).
MERS virüsünün, 2002–2004 yılları arasında binlerce kişinin hastalanmasına yol açan SARS virüsünün bir benzeri olduğu belirtiliyor. Aralarındaki en önemli farklardan biri ise, SARS’ın çok daha hızlı yayılmasına rağmen bulaştığı insanların birçoğu hayatta kalabilmiş olması: SARS’ın bulaştığı yaklaşık 8.000 hastanın %10’u hayatını kaybetmişti. MERS ise, SARS kadar hızlı yayılmamasına rağmen, neden olduğu ölüm oranı SARS’a göre daha yüksek: Bugüne kadar bulaşmış olduğu hastaların %30’u hayatını kaybetti.
Develerden bulaştığı düşünülen MERS virüsü ilk olarak Suudi Arabistan’da görüldü. Bugün Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamalarına göre farklı ülkelerde tespit edilen toplam 254 kadar vaka var. Suudi Arabistan’da geçen hafta 50 yeni vaka tespit edildi. Burada virüsten ölen kişi sayısı 102’ye yükseldi. Suudi Arabistan dışında, Ürdün, Kuveyt, Umman, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, İngiltere, Tunus, Malezya ve Filipinler’de de MERS virüsü vakaları olduğu biliniyor.
MERS virüsünün henüz insanlara nasıl bulaştığı tam olarak bilinmiyor. Virüs bulaşan birçok kişi bunun farkında bile olmadan hastalığı geçirebiliyor. Veya hastalık bir süre sonra zatürre, organ yetmezliği ve ölümle neticelenebiliyor.
Yapılan araştırmalar da henüz bir sonuç vermedi, yani bu virüse karşı henüz bir ilaç veya aşı yok.
Yukarıdakiler, herhangi bir gazete veya internet haber sitesinde okuyabileceğiniz bilgiler. Ancak bu yazımızda asıl vurgulamak istediğimiz konu daha farklı. Gözle görülemeyecek kadar küçük bir varlık insanoğlunu, 21. Yüzyıl bilim ve teknolojisini işte böyle aciz bir durumda bırakabilmektedir. Bir virüs, binlerce insanın ölümüne neden olabilmektedir. Peki bir virüsü, Allah’ın dilemesi dışında, bu kadar yenilmez yapan nedir?
Bunun cevabı çok önemli bir iman hakikatidir. Allah insanlara dünya hayatının geçiciliğini göstermek, insana aciz bir kul olduğunu hissettirmek için hastalığı yaratırken, bu hastalıklardan bazılarına neden olan virüsleri de hayranlık uyandırıcı bir sistemle yaratıp donatmıştır.
Hücrelerimizle virüsler arasındaki savaş, insan hayatı için büyük önem taşımaktadır. Virüsler, vücut içinde etkili olabilmek ve hayatta kalabilmek için hücreyi adeta istila ederler, hücre içindeki mekanizmaları kendi kopyalarını üretmek için kullanırlar.
Hücreler yaşamlarını sürdürebilmek için DNA’larındaki bilgiler doğrultusunda protein üretmek zorundadırlar. Virüsler işte bu protein üretiminin önünü keserek, hücreyi proteinle birlikte, virüs üreten bir fabrika haline dönüştürürler.
Virüsün bu şekilde hareket edebilmesi için mükemmel bir bilgiye, şuura ve ayrıca güce ihtiyacı vardır. Sadece elektron mikroskobuyla görülebilecek kadar küçük olan virüsün bu mükemmel yapısının farkında bile olmadığı ortadadır. Peki bu yapı nasıl oluşmuştur? Gözü, beyni olmadığı halde, virüs ne zaman ve nasıl hareket etmesi gerektiğini nasıl bilmektedir?
Hiç şüphesiz onu da, onun varlığını devam ettirmesi için, hücreyi ve DNA’yı da yaratan Yüce Allah’tır. Allah, yarattığı bu kompleks varlıklarla insanlara benzersiz sanatını ve sınırsız kudretini göstermektedir. Detaylı incelendikçe ve araştırıldıkça yapılarındaki mükemmellik görülen bu varlıklar, iman edenler için Allah’ın varlığının yeryüzündeki apaçık delillerindendir.
Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:
“Gerçekten, gece ile gündüzün ardarda gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır.” (Yunus Suresi, 6)
Virüsler cansız varlıklardır, ama bir hücreyle temas ettikleri andan itibaren canlı özelliği göstermeye başlarlar Virüs doğadaki en ilginç yapılardan biridir. Canlı bir bedene sahip değildir ve yalnızca bir kalıtım mekanizmasından oluşur. Proteinden bir kabuk ve kabuğun içinde, kendisine ait bilgileri içeren genetik şifrelerden (DNA veya RNA) ibarettir. Tek başına hayat belirtisi gösteren herhangi bir fonksiyonu veya organeli yoktur. Bu nedenle doğada milyonlarca yıl bozulmadan kalabilir. Ancak bir organizmanın içine girdiğinde adeta canlanır ve aktif hale geçer. Bir hücreyle temas ettiği andan itibaren canlı özelliği göstermeye başlar; saldırgan ve dahası akıllı bir canlı olur.
Virüs, hücrelerden birine girmeden önce ayakları ile hücrenin kendisine uygun olup olmadığını saptar. Eğer yaptığı test sonucu olumlu ise kendi DNA’sını hücrenin içine enjekte eder .
Hücre adeta büyülenmiş gibi, ölene kadar virüsün DNA’sını çoğaltmaya devam eder. Hücrenin içindeki mekanizmalar virüsün oyununa gelirler. Hücre, yeni DNA’nın “yabancı” olduğunu anlayamaz ve onu doğruca çekirdeğin içine taşır. Çekirdeğe ulaşan virüsün DNA’sı, burada yer alan DNA’nın arasına karışır. Bu noktadan sonra da, hücre protein ürettiğini sanarak bu yeni virüsün DNA’sını çoğaltmaya başlar. Virüsün DNA’sı hücrenin DNA’sının arasına o kadar uyumla gizlenir ki, hücre farkına varamadan virüs üretimini sürdürür.
Hücrenin bu durumun farkına varması da gerçekten oldukça zordur: Bunu ayırt edebilmesi yirmi ciltlik bir ansiklopedinin herhangi bir sayfasına yerleştirilmiş yarım satırlık bir cümleyi arayıp bulmaya benzer. Virüs, bu “akılcı” yöntemi sayesinde, hücrenin kendine ait programlama mekanizmalarına karışmakta ve adeta hücreye ait bir parça haline gelmektedir.
Bir yazıda, belirli bir paragraftan sonra eklenecek bir cümlenin bütün bir paragrafın anlamını tam tersi bir yönde değiştirmesi mümkündür. İşte virüs de buna benzer bir değişiklik yaparak hücrenin tüm üretim faaliyetini gerçek amacından saptırır: Virüsün DNA’sı, hücrenin çekirdeğindeki “üretim metninin” anlamını tümünden değiştirebileceği hayati bir yere kusursuz bir şekilde eklenir.
Normal zamanda hücre, kendisine gerekli ve DNA’da şifreleri özel kilitlerle işaretlenmiş proteinlerin dışında hiçbir proteinin -diğer hücrelerle ilgili proteinlerin bile- şifresini okumaz. Ancak hücre, adeta büyülenmiş gibi virüs DNA’sının şifrelerini okuyup bu virüsü üretmeye devam eder. Virüsün bunu nasıl başarabildiği bilim adamları için hala aydınlanmamış esrarengiz bir durumdur.
Bu olay, hücre için kaçınılmaz bir felaket hazırlar. Ölmekte olan hücre, çekirdekte yer alan hatalı kodlanmış programı üretmek için tüm enerjisini sonuna kadar kullanır. Sonunda ölür ve parçalanır. Parçalanma ile birlikte çoğalmış olan virüsler, öteki hücrelere sıçrar ve kendilerine yeni hedefler bulurlar.
Virüsün istilası, eğer vücudun savunma mekanizması olmasa, normal bir insanı birkaç gün içinde öldürecek kadar hızlı bir biçimde ilerler. Vücudun savunma mekanizması, virüsün vücuda girdiğini çok kısa bir süre içinde fark eder ve hemen büyük bir karşı saldırı başlatır. Bu sayede, en basit bir nezle virüsüyle bile kolayca ölebilecek olan insan, yaşamını sürdürebilir.
Allah insana, küçük bir varlıkla acizliğini göstermektedir
Virüsün bu derece başarılı bir şekilde hareket edebilmesi için hücreyle, bir kilidin anahtarla uyumu gibi yaratılmış olması gerekmektedir. Ortada çok açık bir gerçek vardır; Allah, virüsleri hastalık sebebi olmaları için özel olarak yaratmıştır. İnsan, bu tür sıkıntılar sayesinde Allah’a muhtaç ve aciz bir varlık olduğunu daha iyi fark edebilmektedir.
Allah, virüsleri bazen bir “ölüm vesilesi” olarak da kullanır. Tarih boyunca milyonlarca insan, sahip oldukları mallarından, eşlerinden, çocuklarından ve hayatlarından, belki de kendilerini çok güvenli hissettikleri yerlerde, hiçbir zaman göremedikleri virüsler yüzünden ayrılmışlardır. Bugün modern tıp, hastalıkların çoğuna çözümler üretirken, yazının başında da bahsettiğimiz gibi MERS gibi yeni virüslerin karşısında çaresiz kalabilmekte veya tedavisini bulmak yıllar alabilmektedir.
Bütün bunlar üzerinde düşünen insan Allah’a karşı acizliğinin farkına varacak ve bağışlanma dileyerek Rabbimize yönelecektir. Allah kendisine yönelip dönenleri bağışlayan olduğunu bir ayetinde şöyle haber vermektedir:
Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da, (kendisine) yönelip dönenleri bağışlayıcıdır. (İsra Suresi, 25)