Her gün kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, dolandırıcılar, seri katiller, gaddarca suç işleyen insanların haberlerine rastlıyoruz. Suç oranının gittikçe arttığı bir dünyada, insanın aklına ilk gelen suçların önlenmesi için hapishanelerin gerekliliği ve önemi oluyor. Artan suçlar karşısında bizi teselli eden şey ise ‘suçluların hapise kapatılacağı’ ve orada cezalarını çekecekleri oluyor.

Hapishanelerin her ne kadar suçluları toplumdan uzaklaştırıp daha fazla suç işlemelerini önlemek gibi bir fonksiyonu bulunsa da tek özellikleri tabi ki bu değil. Hapishaneler aynı zamanda ıslah merkezi olma görevine ve etkisini de sahip olmalılar. Özellikle de dünyada işlenen suç oranları ve hapishanelerdeki mahkum sayıları göz önüne alındığında bu insanların bu merkezlerden “ıslah olmuş insanlar” olarak çıkmaları, ve böylece topluma en başta zararsız ve bunun ardından da fayda veren, sağlıklı, normal, iş gücü olarak katkıda bulunan, makul ve dengeli bireyler olmaları önemli.

Peki ya hapishaneler bu amaca hizmet edebiliyorlar mı. Ne yazık ki bu sorunun cevabı bir hayır olarak karşımıza çıkıyor. Veriler cezaevlerinin giderek suçu önleme işlevlerini yitirdiğinin açık bir göstergesidir. Dünyanın pek çok ülkesinde işlenen suç sayısı her yıl giderek artarken cezaevleri de bir yandan mahkumların suç işlemekte daha da profesyonelleştiği ve suç örgütlerinin yönetildiği yerler haline gelmektedir. ABD’de 2005 yılında serbest bırakılan mahkumların %43’ü iki yıl sonra, %77’si ise beş yıl sonra yeniden cezaevine girmişlerdir. (5)

Cezaevlerinin işlevi sadece mahkumları cezalandırmak değildir. Cezaevleri bir yandan suç işleyen kimsenin cezaevinde tutularak tekrar suç işlemesinin önlenmesi, öte yandan da suçluyu ıslah ederek ve yeniden sosyalleştirerek bir daha suç işlemesini önlemek amacıyla kurulurlar. Bu iki ana işlevin yerine getirebilmesi için her cezaevinin belirli standartlara sahip olması şarttır. Ne var ki, mevcut şartlar göz önüne alındığında bugün pek çok cezaevinin hedeflenen işlevi yerine getirmekten oldukça uzak yerler olduğunu söylemek mümkündür.

Cezaevlerinin işlevlerini yitirmesine yol açan en önemli nedenlerden biri, suç oranlarının giderek artmasıdır. Suçlar arttıkça doğal olarak mahkûm edilen suçlu sayısı da giderek artmaktadır.

Örneğin İngiltere’de 1990’larda cezaevlerinde 40.000 kişi varken bugün bu sayı 86.000’e yaklaşmış durumda. Bu durum yeni cezaevlerinin açılmasını gerektirse de yüksek maliyetleri nedeniyle ülkeler bunu yapamamakta, dolayısıyla cezaevlerinde büyük yığılmalar yaşanmaktadır.

Sözgelimi İngiltere Swansea’de 268 kişilik cezaevinde 469 mahkûm kalmaktadır. Sıkışıklık Leeds’te daha da fazladır. Burada 669 kişilik yerde 1.128 kişi ceza çekmektedir. Benzer yığılmalar yeni yeni sorunları açığa çıkarmaktadır. Mahkum sayısının artışıyla orantılı olarak masraflar artsa da buralara ayrılan ödenekler yeteri kadar artmamaktadır. Bu durumda baş vurulan çeşitli tasarruf yollarından ilki görevli sayısının az tutulması olmaktadır. Araştırmalar, İngiltere’deki hapishanelerdeki görevli sayısının olması gerekenin %40’ı olduğunu göstermektedir. Görevli sayısının azalması nedeniyle mahkumlar çalışma, eğitim, sağlık ve spor gibi etkinliklerden mahrum kalmaktadırlar. (1)

Benzer durum ABD için de geçerlidir. ABD’nin nüfusu dünya nüfusunun yirmide biri iken, buradaki mahkûm sayısı tek başına dünyadaki mahkûm sayısının dörtte birine denktir. Bu ülkede 2.3 milyondan fazla kişi cezaevlerinde ceza çekmektedir. Cezaevlerinin suçu önleme özelliğini yitirdiklerine dair bir başka gösterge ise cezaevlerinde işlenen suçlardaki artıştır.

İngiltere’de 2017 yılında mahkumlar arasında kendine zarar verme oranı %17’dir. Her 10 mahkûmdan birisi kendine zarar veren davranışlar sergilemiştir. Mahkumlar arasında şiddet de oldukça yaygındır. İngiltere’de mahkumların hem birbirlerine karşı hem de görevlilere karşı şiddet gösterme eğilimi içinde olduğu gözlenmiştir. Geçen yıl 1.000 mahkûm başına 84 olan şiddet olayı önceki yıla oranla %32 oranında artış göstermiştir. Cezaevlerindeki şiddet olayları, NTRG, Tornado Timi gibi özel uzman ekipler oluşturularak önlenmeye çalışılmaktadır. (3)

Şiddetin yaygınlığı cezaevlerinde çeteleşmeleri ve isyanları körüklemekte ve bu nedenle çok sayıda ölüm vakası yaşanmaktadır. Brezilya’nın Amazonas eyaletinde rakip uyuşturucu çeteleri arasında başlayan kanlı hesaplaşma isyana dönüşmüş ve çıkan olaylarda 56 kişi ölmüştür. Bunlardan altısı başları kesilerek öldürülmüştür. (4)

Bu durum karşısında ülkeler daha çok hapishane açarak, daha çok cezaevi memuru görevlendirerek, sokaklardaki polis sayısını artırarak suçların önünü almaya çalışmaktadır. Ne var ki, bunlar da yeterli olmamakta, suç oranları hızla artmaya devam etmektedir.

Yapılması gereken şey, cezaevlerinin kapasitesi arttırmak değil suçu önleyici etkili tedbirler almaktır. Alınabilecek tedbirlerin bazıları şunlardır:

  • Hapis yerine değişik türde yaptırımların uygulanması önemlidir. Bu yaptırımlar hapis ceza ise ile birlikte veya hapisten sonra da uygulanabilir. Cinsel taciz, tecavüz, istismar ve hayvanlara işkence gibi suçları işleyenler kamuya açık ortamlarda sürekli tanıtılarak teşhir edilebilirler.

  • Bir diğer alınabilecek tedbir ise yeni suça başlayan ve bu nedenle yeni yetme olarak tanımlanan suçlular ile deneyimli suçluların cezaevlerinde bir arada bulunmalarını engellemektir.

  • Ayrıca kan davası, namus cinayeti gibi kültürel kökenli suçlara karşı bunların yanlışlığının anlatıldığı toplumsal kampanyalar düzenlenebilir.

  • Bir diğer tedbir ise polislerin teknik imkanlarının geliştirilerek suçlu yakalama oranlarını arttırmaktır. Çünkü insanlar yakalanacaklarından emin olduklarında suç işlemekten daha fazla kaçınmaktadırlar.

  • Hapsedilmek tek ceza şekli olarak görülmekten çıkarılmalıdır. Cezalandırmanın bu şekli, bazı suçlu bireylerin suçlu yapılarını daha da pekiştirmeye yol açmaktadır. Bu sebepledir ki, cezaevinden tahliye olan bazı bireyler, sıklıkla yeniden suç işleyebilmektedirler.

  • En ufak bir suçun bile hapis ile cezalandırılmasından kaçınılmalıdır. Üç yıl gibi belli bir sürenin altındaki cezaların tekrarı halinde ağırlaştırılarak infaz edilmesi büyük oranlarda suçun tekrar işlenmesini önlemektedir.

Suçla mücadelede sadece cezaların arttırılması veya suç bedelinin ağırlaştırılması tek başına yeterli bir çözüm değildir. Suçun tümüyle ortadan kaldırılması hedef alınmalıdır. Bunun için toplum içinde sakıncalı olan ideoloji ve fikirleri ortadan kaldıracak bir eğitim sisteminin benimsenmesi şarttır. İnsanlarda milli bilinç, sevgi, vefa geliştirecek bir manevi ve bilimsel eğitim programı ile toplumları nefretten sevgiye iletebilmek mümkündür. Basın ve medya araçlarının bu yönde kullanılması ile toplumun algıları kolaylıkla değişebilir. İnsanları suça yönelten yoksulluk, işsizlik gibi meselelerin de adil bir yöntemle çözülmesi bu konuda yardımcı olacaktır. Unutulmamalıdır ki, insanı suç işlemeye yönelten asıl olarak nefret problemidir. Gerek hükümetler, gerek toplumlar ilk planda nefret algısını ortadan kaldıracak bir program belirlemediği müddetçe, teknik çözümlerin bu konuya çözüm getirmesi mümkün gözükmemektedir.